9786257425421
596969
https://www.maltepekitabevi.com/anne-cicekleri
Anne Çiçekleri
108.00
Hayır anne. Şimdi ölemezsin.
Ben seni sevmeden olmaz...
İki yana açılan perdeler koymuşum pencereye. Annemlerin evine inat. Kapalıydı o evin perdeleri. Sadece perdeler değil, dudaklar da mühürlüydü. Söylenecek sözler söylenmez, söylenmeyecekler
söylenirdi. Pusu da gölgesi de çoktu. Mobilyalar solmasın diye sımsıkı perdelerin ardında ışık neredeyse hiç girmezdi o eve. Ruhlar solsun ama mobilyalar solmasın... Bedenlerimiz halıların saçakları
gibi kar beyaz kalsın... “Bir ev çizin,” dediğinde eğitmen, perdeleri eksik bırakmayışım ondan. Açık olsun perdeler. Açık olsun pencereler.
Hava girsin içeri. Güneş girsin.
Çizdiğim pencerenin pervazındayım sanki. Nefesim sığlaşıyor. Güneşten rengi dönmüş omzuma bir öpücük konduruyorum.
“Sapık mısın sen? İnsan hiç kendini öper mi?” diye bağırırdı annem görse. İçimdeki öfkenin kabardığını sıktığım dişlerimden anlıyorum. Çizdiğim pencereye bakıyorum tekrar, oradaki perdeye.
Ne demişti adam çizimi yorumlarken? “Yaşam sizin için zor demek ki ona bir perdeyle sevimlilik katmak istiyorsunuz.”
Olsa keşke, bir perdeyle düzelecek olsa yaşamlarımız…
Özlem Çetinkaya'nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye
bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama
dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
ÖZLEM ÇETİNKAYA
1974 yılında İstanbul'da doğmuşum ancak nereli olduğum sorulduğunda baba memleketim olması sebebiyle hep “Egeliyim,” cevabını verdim.
Kendimle ilgili bir başka değişmez tanımlamam ise MERAKLI. Ne zaman kendimi bir tek kelime ile anlatmam istense bu cevabı verdim.
İnsanı merak ettim.
Yaşamı merak ettim.
Yaşamdan sonrasını merak ettim.
İlişkileri merak ettim.
Nedenleri ve nasılları merak ettim.
Merakım beni hikâyelere götürdü.
Öyle bir merak ki bu, varsayım gibi görünse de aslında varsayımların cenderesinden gerçekliğin sonsuz olasılıklarına kapı açtı.
Yazarlık konusunda bir üniversite eğitimi almadım. Yazmayı okuyarak ve yazarak öğrenmeye ve gözlemlemeye gayret ediyorum.
“Burada gerçekten olan ne?” sorusunun cevaplarını görmek için çaba sarf ediyorum. Yazmak için farkındalık, farkındalık için yazmanın olmazsa olmaz olduğuna gönülden inanıyorum.
Çünkü biliyorum, HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL.
İlkokul yıllarından bu zamana kadar en büyük tutkum, öğrendiklerimi anlatmak. Bazen eğitmen kimliğimle, bazen bir dost sohbetiyle, kimi zaman yazdığım hikâyelerle. Hikâyelerimdeki
kahramanlarının derinliklerini oluşturmak için araştırdıkça insana dair yargılarımdan yavaş yavaş sıyrılmaya başladım. Yargılarımdan sıyrıldıkça da gerçeğin peşine daha çok düşer oldum.
Bu süreç beni birçok öğretiyle, çalışmayla bir araya getirdi. Her birine sonsuz teşekkür ederim. Bana katkıları büyük.
Kısaca, Özlem Çetinkaya hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına inanan, gerçeğin peşinden giden, zihnindeki tozları temizleme çabasında olan bir meraklı, bir hikâye anlatıcısı. “Hepimiz birer hikâye
anlatıcısıyız, zihnimizin kurgularının içinde yaşıyoruz. Var mısınız bu hikâyelerin ardındaki gerçeklere birlikte uyanalım.”
Ben seni sevmeden olmaz...
İki yana açılan perdeler koymuşum pencereye. Annemlerin evine inat. Kapalıydı o evin perdeleri. Sadece perdeler değil, dudaklar da mühürlüydü. Söylenecek sözler söylenmez, söylenmeyecekler
söylenirdi. Pusu da gölgesi de çoktu. Mobilyalar solmasın diye sımsıkı perdelerin ardında ışık neredeyse hiç girmezdi o eve. Ruhlar solsun ama mobilyalar solmasın... Bedenlerimiz halıların saçakları
gibi kar beyaz kalsın... “Bir ev çizin,” dediğinde eğitmen, perdeleri eksik bırakmayışım ondan. Açık olsun perdeler. Açık olsun pencereler.
Hava girsin içeri. Güneş girsin.
Çizdiğim pencerenin pervazındayım sanki. Nefesim sığlaşıyor. Güneşten rengi dönmüş omzuma bir öpücük konduruyorum.
“Sapık mısın sen? İnsan hiç kendini öper mi?” diye bağırırdı annem görse. İçimdeki öfkenin kabardığını sıktığım dişlerimden anlıyorum. Çizdiğim pencereye bakıyorum tekrar, oradaki perdeye.
Ne demişti adam çizimi yorumlarken? “Yaşam sizin için zor demek ki ona bir perdeyle sevimlilik katmak istiyorsunuz.”
Olsa keşke, bir perdeyle düzelecek olsa yaşamlarımız…
Özlem Çetinkaya'nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye
bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama
dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
ÖZLEM ÇETİNKAYA
1974 yılında İstanbul'da doğmuşum ancak nereli olduğum sorulduğunda baba memleketim olması sebebiyle hep “Egeliyim,” cevabını verdim.
Kendimle ilgili bir başka değişmez tanımlamam ise MERAKLI. Ne zaman kendimi bir tek kelime ile anlatmam istense bu cevabı verdim.
İnsanı merak ettim.
Yaşamı merak ettim.
Yaşamdan sonrasını merak ettim.
İlişkileri merak ettim.
Nedenleri ve nasılları merak ettim.
Merakım beni hikâyelere götürdü.
Öyle bir merak ki bu, varsayım gibi görünse de aslında varsayımların cenderesinden gerçekliğin sonsuz olasılıklarına kapı açtı.
Yazarlık konusunda bir üniversite eğitimi almadım. Yazmayı okuyarak ve yazarak öğrenmeye ve gözlemlemeye gayret ediyorum.
“Burada gerçekten olan ne?” sorusunun cevaplarını görmek için çaba sarf ediyorum. Yazmak için farkındalık, farkındalık için yazmanın olmazsa olmaz olduğuna gönülden inanıyorum.
Çünkü biliyorum, HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL.
İlkokul yıllarından bu zamana kadar en büyük tutkum, öğrendiklerimi anlatmak. Bazen eğitmen kimliğimle, bazen bir dost sohbetiyle, kimi zaman yazdığım hikâyelerle. Hikâyelerimdeki
kahramanlarının derinliklerini oluşturmak için araştırdıkça insana dair yargılarımdan yavaş yavaş sıyrılmaya başladım. Yargılarımdan sıyrıldıkça da gerçeğin peşine daha çok düşer oldum.
Bu süreç beni birçok öğretiyle, çalışmayla bir araya getirdi. Her birine sonsuz teşekkür ederim. Bana katkıları büyük.
Kısaca, Özlem Çetinkaya hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına inanan, gerçeğin peşinden giden, zihnindeki tozları temizleme çabasında olan bir meraklı, bir hikâye anlatıcısı. “Hepimiz birer hikâye
anlatıcısıyız, zihnimizin kurgularının içinde yaşıyoruz. Var mısınız bu hikâyelerin ardındaki gerçeklere birlikte uyanalım.”
Hayır anne. Şimdi ölemezsin.
Ben seni sevmeden olmaz...
İki yana açılan perdeler koymuşum pencereye. Annemlerin evine inat. Kapalıydı o evin perdeleri. Sadece perdeler değil, dudaklar da mühürlüydü. Söylenecek sözler söylenmez, söylenmeyecekler
söylenirdi. Pusu da gölgesi de çoktu. Mobilyalar solmasın diye sımsıkı perdelerin ardında ışık neredeyse hiç girmezdi o eve. Ruhlar solsun ama mobilyalar solmasın... Bedenlerimiz halıların saçakları
gibi kar beyaz kalsın... “Bir ev çizin,” dediğinde eğitmen, perdeleri eksik bırakmayışım ondan. Açık olsun perdeler. Açık olsun pencereler.
Hava girsin içeri. Güneş girsin.
Çizdiğim pencerenin pervazındayım sanki. Nefesim sığlaşıyor. Güneşten rengi dönmüş omzuma bir öpücük konduruyorum.
“Sapık mısın sen? İnsan hiç kendini öper mi?” diye bağırırdı annem görse. İçimdeki öfkenin kabardığını sıktığım dişlerimden anlıyorum. Çizdiğim pencereye bakıyorum tekrar, oradaki perdeye.
Ne demişti adam çizimi yorumlarken? “Yaşam sizin için zor demek ki ona bir perdeyle sevimlilik katmak istiyorsunuz.”
Olsa keşke, bir perdeyle düzelecek olsa yaşamlarımız…
Özlem Çetinkaya'nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye
bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama
dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
ÖZLEM ÇETİNKAYA
1974 yılında İstanbul'da doğmuşum ancak nereli olduğum sorulduğunda baba memleketim olması sebebiyle hep “Egeliyim,” cevabını verdim.
Kendimle ilgili bir başka değişmez tanımlamam ise MERAKLI. Ne zaman kendimi bir tek kelime ile anlatmam istense bu cevabı verdim.
İnsanı merak ettim.
Yaşamı merak ettim.
Yaşamdan sonrasını merak ettim.
İlişkileri merak ettim.
Nedenleri ve nasılları merak ettim.
Merakım beni hikâyelere götürdü.
Öyle bir merak ki bu, varsayım gibi görünse de aslında varsayımların cenderesinden gerçekliğin sonsuz olasılıklarına kapı açtı.
Yazarlık konusunda bir üniversite eğitimi almadım. Yazmayı okuyarak ve yazarak öğrenmeye ve gözlemlemeye gayret ediyorum.
“Burada gerçekten olan ne?” sorusunun cevaplarını görmek için çaba sarf ediyorum. Yazmak için farkındalık, farkındalık için yazmanın olmazsa olmaz olduğuna gönülden inanıyorum.
Çünkü biliyorum, HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL.
İlkokul yıllarından bu zamana kadar en büyük tutkum, öğrendiklerimi anlatmak. Bazen eğitmen kimliğimle, bazen bir dost sohbetiyle, kimi zaman yazdığım hikâyelerle. Hikâyelerimdeki
kahramanlarının derinliklerini oluşturmak için araştırdıkça insana dair yargılarımdan yavaş yavaş sıyrılmaya başladım. Yargılarımdan sıyrıldıkça da gerçeğin peşine daha çok düşer oldum.
Bu süreç beni birçok öğretiyle, çalışmayla bir araya getirdi. Her birine sonsuz teşekkür ederim. Bana katkıları büyük.
Kısaca, Özlem Çetinkaya hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına inanan, gerçeğin peşinden giden, zihnindeki tozları temizleme çabasında olan bir meraklı, bir hikâye anlatıcısı. “Hepimiz birer hikâye
anlatıcısıyız, zihnimizin kurgularının içinde yaşıyoruz. Var mısınız bu hikâyelerin ardındaki gerçeklere birlikte uyanalım.”
Ben seni sevmeden olmaz...
İki yana açılan perdeler koymuşum pencereye. Annemlerin evine inat. Kapalıydı o evin perdeleri. Sadece perdeler değil, dudaklar da mühürlüydü. Söylenecek sözler söylenmez, söylenmeyecekler
söylenirdi. Pusu da gölgesi de çoktu. Mobilyalar solmasın diye sımsıkı perdelerin ardında ışık neredeyse hiç girmezdi o eve. Ruhlar solsun ama mobilyalar solmasın... Bedenlerimiz halıların saçakları
gibi kar beyaz kalsın... “Bir ev çizin,” dediğinde eğitmen, perdeleri eksik bırakmayışım ondan. Açık olsun perdeler. Açık olsun pencereler.
Hava girsin içeri. Güneş girsin.
Çizdiğim pencerenin pervazındayım sanki. Nefesim sığlaşıyor. Güneşten rengi dönmüş omzuma bir öpücük konduruyorum.
“Sapık mısın sen? İnsan hiç kendini öper mi?” diye bağırırdı annem görse. İçimdeki öfkenin kabardığını sıktığım dişlerimden anlıyorum. Çizdiğim pencereye bakıyorum tekrar, oradaki perdeye.
Ne demişti adam çizimi yorumlarken? “Yaşam sizin için zor demek ki ona bir perdeyle sevimlilik katmak istiyorsunuz.”
Olsa keşke, bir perdeyle düzelecek olsa yaşamlarımız…
Özlem Çetinkaya'nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye
bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama
dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
ÖZLEM ÇETİNKAYA
1974 yılında İstanbul'da doğmuşum ancak nereli olduğum sorulduğunda baba memleketim olması sebebiyle hep “Egeliyim,” cevabını verdim.
Kendimle ilgili bir başka değişmez tanımlamam ise MERAKLI. Ne zaman kendimi bir tek kelime ile anlatmam istense bu cevabı verdim.
İnsanı merak ettim.
Yaşamı merak ettim.
Yaşamdan sonrasını merak ettim.
İlişkileri merak ettim.
Nedenleri ve nasılları merak ettim.
Merakım beni hikâyelere götürdü.
Öyle bir merak ki bu, varsayım gibi görünse de aslında varsayımların cenderesinden gerçekliğin sonsuz olasılıklarına kapı açtı.
Yazarlık konusunda bir üniversite eğitimi almadım. Yazmayı okuyarak ve yazarak öğrenmeye ve gözlemlemeye gayret ediyorum.
“Burada gerçekten olan ne?” sorusunun cevaplarını görmek için çaba sarf ediyorum. Yazmak için farkındalık, farkındalık için yazmanın olmazsa olmaz olduğuna gönülden inanıyorum.
Çünkü biliyorum, HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL.
İlkokul yıllarından bu zamana kadar en büyük tutkum, öğrendiklerimi anlatmak. Bazen eğitmen kimliğimle, bazen bir dost sohbetiyle, kimi zaman yazdığım hikâyelerle. Hikâyelerimdeki
kahramanlarının derinliklerini oluşturmak için araştırdıkça insana dair yargılarımdan yavaş yavaş sıyrılmaya başladım. Yargılarımdan sıyrıldıkça da gerçeğin peşine daha çok düşer oldum.
Bu süreç beni birçok öğretiyle, çalışmayla bir araya getirdi. Her birine sonsuz teşekkür ederim. Bana katkıları büyük.
Kısaca, Özlem Çetinkaya hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına inanan, gerçeğin peşinden giden, zihnindeki tozları temizleme çabasında olan bir meraklı, bir hikâye anlatıcısı. “Hepimiz birer hikâye
anlatıcısıyız, zihnimizin kurgularının içinde yaşıyoruz. Var mısınız bu hikâyelerin ardındaki gerçeklere birlikte uyanalım.”
Tüm kartlar
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 108,00 | 108,00 |
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.